25 Nisan 2012 Çarşamba

Uzun Mesafe Tembeli

Bir başka dertti benimkisi. Anadan laklakçı, babadan susucu, kısa mesafe canavarı, uzun mesafe tembeli, çok düşünüp taşınan, tez fikir değiştiren, doğuştan rahat, yokluktan ırak, şahsı tekil ama ruhu çoğul bir adamdım. Bitmek tükenmek bilmeyen tatilimin tadı kaçmaya başlamıştı. Cehennem başkalarıydı, insanları sevmiyordum, ikiyüzlülerin dünyasında tek yüzü olan kral değildi ve artık sosyalleşmek bana dönen cisimlerin kinematiğinden daha zor geliyordu. Aynadaki görüntü nasıl gerçek olur, havada duran makara mı var, sürtünmesiz ortam nasıl varsayılır gibi sorular sormadan birkaç yıl önce, ilkokulda, Fen Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde, kitaba bakakalmıştım. Bir atom modeli resmediliyordu: Ortada çekirdek ve etrafında dönen elektronlar. Güneş sistemine benzettim. Heyecanlandım. Örtmenim biz aslında bir atomun içinde yaşıyor olabilir miyiz? Kahkaha attı sınıf. Saçmalama dedi öğretmen. Aynı öğretmen başka bir gün ‘bizi Allah yarattı’ dedi. ‘Allah’ı kim yarattı’ diye sordum. ‘O zaten var’ dedi öğretmen. Akademik hayatımın ilk kısa devreleriydi bunlar. Ondan sonra hemen her şey zor geldi bana. Soruların mantığa dayanmayan kestirme cevapları vardı. Akla gelen fikirler genelde saçmaydı. Hep bir ağızdan aşağılanma riski yüksekti. Eğitim polisi yandaşlarıyla beraber en ağır cezaları rahatça kesebiliyordu. Başkaları, ilk kez o zamanlar bana cehennem sıcağını hissettirmişti. Kantarımın topuzu kaçmış ve ruhumun pusulası şaşmıştı. Yağmur yağıyordu ve ben bir köpektim. İlkokul günlerimi hatırlamanın sağaltıcı bir etkisi yoktu, ayrıca kendimi düşünmek bende artık kusma duygusu yaratıyordu. Buzdağının görünen yüzü zaten oldukça büyüktü ve ben periskopa bakmaya hep üşenmiştim. Bir gürültü koptu. Ölümün önce düşüncesi ve korkusu, sonra coşkusu ve sevinci geldi. Ne yazık ki ölecek kadar şanslı değildim.