31 Temmuz 2013 Çarşamba

Jeff, Who Lives At Home

3/4 - Küçük başyapıt. 

İnsanların bizi anlayabilmeleri için çok fazla zamana ihtiyacı var Jeff. Onların dünyasında para var, statü var, sosyal kabul var. Biz evde otururuz. Herkes bizimle dalga geçer. En yakının dahi seni küçük görür. Ama merak etme, tertemiz kalbimiz, bizi her zaman güzel olana götürecektir.

Everyone and everything is interconnected in this universe.
Stay pure of heart and you will see the signs. 
Follow the signs and you will uncover your destiny. 

Jeff

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Fare Deneyini Bir Filme Benzetememek

Bilimadamları farelere anı yerleştirmişler: "Inception gerçek oluyor" başlığıyla yayınlandı bu haber. Bu saçma sapan haberi yapan insanlara sesleniyorum: Ekibinizde film izleyen insanlar var mı, varsa izlediği  filmi anlama yetisine sahipler mi? Inception, bir insanın zihnine fikir yerleştirme üzerine kurulu bir film. Anı yerleştirmek ise, hiç şüphesiz, Total Recall'da mevcut. Lütfen izlediğimiz filmleri anlayalım.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

The Debt

Casus filmi seviyorsanız kaçırmayın.

"The truth is a luxury".

2/4.

Das Leben Der Anderen - The Lives of Others

Sonradan baktım, zaten film o yıl dünyada alabileceği bütün ödülleri almış. Fazla bir şey dememe gerek yok. İnceden bir logline vereyim: 

Doğu Almanya'nın en iyi sorgulama ajanlarından biri vicdanının sesini dinlemeye başlayınca önemli bir operasyonun seyri tamamen değişir. 

3/4


26 Temmuz 2013 Cuma

Ruby Sparks

Klavyemin "p" harfi çalışmıyor. Başlıktaki Sparks'ın p harfini yazarken p tuşuna iki kere basmak zorunda kaldım. Tırnak içinde "p" yazarken de iki kere bastım. Bundan sonra iki kere basmayacağım. O yüzden anlamsız bir kelime görürseniz, o kelimeyi malum harfi kullanarak doldurun.

- Can we start over?
- Yes.
[LAUGHS]

Ruby Sparks hayali bir kadın. Bana tüm zamanların en muhteşem kadınının aldığı "Noktanın Sonsuzluğu" kitaplarındaki bir sözü hatırlattı: Çırak, usta marangozun aletlerini kullanmaya kalkarsa, kendine zarar verebilir, aletleri doğru kullanamayabilir. O yüzden çırak, ustanın işini ustaya bırakmalıdır.

Bu iş de sanırım kendimiz için yaratmak istediğimiz hayatımız oluyor.

Kahramanımız tanrı rolüne soyununca işler beklediği gibi gitmiyor. Bu da "Arkadaşım Şeytan"ı  hatırlattı bana. Ne güzel filmdi. Bu aralar Arkadaşım Şeytan'ı çok düşünüyordum, filmi izlemek o yüzden bende enteresan duygular yarattı.

Siz siz olun, tanıdığınız, sevdiğiniz insanı değiştirmeye kalkmayın. Onu filanca haliyle sevdiyseniz, başka bir hale geçmiyor diye hayatın akışını değiştirmeye kalkışmayın.

Şahane film. 3/4

A Late Quartet

1. kalite oyuncular, 1. kalite oyunculuklar... Mükemmel bir senaryo. Dinin imanın para olduğu 21. yüzyılda tamamen yaşlılardan oluşan bir oyuncu kadrosuyla film çeken yönetmene de, o filme parayı basan prodüktöre de buradan sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. (Yaşlıların oynadığı filmlerin gişe yapması imkansızdır)

Uzun zaman sonra adam gibi bir filmle karşıma geçen büyük oyuncu Christoher Walken'a teşekkür ediyorum.

Felsefi cümleler havada uçuşuyor. Filmin herhangi bir yeri hayatınızı değiştirebilir, uyarmalıyım. Özellikle de Christopher Walken'ın sınıfından çok şey öğrenebilirsiniz. Ben öğrendim. 

Uzun zamandır birbiriyle çalan dört müzisyenin hayatındaki bir dönüm noktasını izleyeceksiniz. Eşini bir yıl önce kaybetmiş ve Parkinson teşhisi konan çellocu, müzik gestaposu 1. kemancı, orta yaş bunalımında kafası karışan 2. kemancı, 3 erkeğin arasında sağduyuyla denge kurmaya çalışan ancak dengeleri (tabii ki) daha beter eden 3. kadın kemancı. İşler feci şekilde sarpa sarıyor. 

Aynı enstrümanı çalan 2 kişi varsa, orada rekabet vardır. Evlilik bir deli gömleğidir ve giymesi de, çıkarması da başlı başına zor bir iştir. Müzik bilek işi değil, yürek işidir. Akıllı kurt kocayınca köpeğe maskara olmaz, ona yol gösterir. Lastik patlaması, felaket kılığına girmiş bir lütuftur, tabii anlayana... 

Muhteşem bir film. 3/4



   

It's a Disaster

Sevgili blog okuyucuları,

Yalnızlığın kitabını yazmakta olduğum tatilimde bol bol film izlemekte, gitar çalmakta ve ayıptır söylemesi sabah akşam evimin havuzuna girmekteyim.

Bu rutinin içerisinde, genelde ortalama ya da ortalamanın biraz üstünde filmler izlemekteyim. It's a Disaster bu filmlerin içerisinde inci gibi parlayan bir film. Bu filmin adını ilk kez burada duyduysanız ve bir gün bu filmi izlerseniz bana sadece teşekkür etmekle kalmayacak, bana hediyeler getirmek isteyeceksiniz. Hediyelerinizi zevkle kabul edeceğimi şimdiden bildirmek isterim.

İnsan ilişkilerini, özellikle de karı koca ilişkilerini irdeleyen filmlere bayılırım: Husbands and Wives, Eyes Wide Shut, Closer... Tek mekanda geçen filmleri de çok severim: Breakfast Club, Rope, Buried, Phone Booth, Shining, A Man From Earth... Şimdi bunları alın, karıştırın ve içine kara komedi koyun. Elde ettiğiniz filmin adı It's a Disaster.

Kapalı çit içinde geçen filmlerin genelde uyguladıkları bir formül vardır: Karakterleri olabildiğince zıt yaparsın, böylece eline sağlam çatışma geçer ve bu çatışma filmi sürükler. Bu formülde, senaryo yazarının unuttuğu çok önemli bir gerçeklik vardır: Dünyanın en birbirine benzeyen iki adamını alsan bile, uygun durumu yarattığında çatışma kaçınılmazdır. İnsanlar zaten birbirinden farklıdır. Devinim elde etmek için olabildiğince zıt kutupları bir araya getirmeye gerek yoktur. It's a Disaster işte bu tuzağa düşmüyor. Karakterlerimiz olabildiğine doğal. Sadece bu klişeyi yıktığı için bile izlenmeli bu film.

Mecazi anlamıyla zaten felakete yelken açan bir grup arkadaş, kelime anlamıyla felaketin ortaya çıkmasıyla hiç tahmin etmediği yerlere gidiyor. Saçmalıkla gerçeklik arasında harika gelgitler var. Tabii ki bir yapısı var filmin, ancak bu yapıyı ustaca esnetiyor ve en sevdiğimiz filmlerin bile kaçamadığı klişeleri izleyiciyi hiç sıkmadan yerle bir ediyor.

It's a Disaster kara komedinin en iyi örnekleri arasına giriyor. Küçük başyapıt. 3/4

- How are you holdin up?

- You know I never went to Europe, I never even went to Montreal, I never went scuba diving, I never went to the ballet, I have never been in love, I have never even watched THE WIRE.

- All of these things are overrated... Except THE WIRE. It's really good.

PS: Bu blogda THE WIRE'dan hiç bahsetmedim. Çünkü kelimelere sığmaz. Ölmeden önce izlemeniz gereken ilk dizi.






25 Temmuz 2013 Perşembe

Shotgun Stories

Evet. Artık Tescilli Jeff Nichols hayranıyım. Baba meğersem kral yönetmen olduğunu baştan ortaya koymuş. Shotgun Stories adı sizi yanıltmasın, pek şatganlık bir film değil, Allah'ın draması. İntikam hikayesi, kan davası. Hani bir laf var ya, "mezarına tükürürüm", işte onun hiç iyi bir fikir olmadığı anlatılıyor bu filmde.

Michael Shannon, Nichols'un bütün filmlerinde var. Cayır cayır oynuyor diyemeyeceğim, çünkü tüm filmlerde neredeyse aynı adamı oynuyor.

Bir de şunu anladım ki Nichols kırsal kesim adamı. Bütün filmleri kırsal kesimde geçiyor. Güzel kareler, huzurlu ortamlar... Filmin geçtiği tüm yerlerde ayda 2000$ çok iyi para. Gerisini siz hesap edin artık.

Nichols sana sesleniyorum! Bill Frisell'e selamımı söyle, beni iyi tanır, bundan sonra filmlerinin müziklerini o yapsın. Bıktım country müzikten.

2/4

42

Sevgili Oskar,

Harrison Ford'a bu filmde Oskar vermezsen, zaten yitirmiş olduğun inandırıcılığını hela kuburuna gömmüş olursun.

Irkçı pislikler var bu filmde. Ama merak etmeyin, mangal yürek Jackie Robinson hepsine dersini verecek.

Ortalama bir film. Irkçılığa karşı diye allayıp pullayamayacağım.

2/4 - CP recommends.

NOT: Filmin yarısına geldiğinizde Harrison Ford hala çıkmadı derseniz, babanın gözlerinin içine bakın.

Wild Bill

Ağlattın beni Bill...

Yine çocuk oyuncular, yine şahane performanslar. Bill hapisteyken karısı elin adamıyla İspanya'ya kaçar, çocuklar büyür kocaman adam olur, big brother inşaatta çalışarak kardeşine bakar, kardeş de namuslu bir hayat yerine türlü çetelerin oyuncağı olmaya meyillidir. Bill evde hiç iyi karşılanmaz ve çocuklarının sevgisini kazanmak için büyük fedakarlıklar yapmak zorundadır. Dramatik yapının hası bu filmde. Gözlerim dolu dolu oldu. Kaçırmayın. 3/4


Mud

Kadınlar acımasızdır Ellis, üzme tatlı canını.

Yönetmen Jeff Nichols ilk olarak ikinci filmi Take Shelter'la (2011) dikkatimi çekmişti. İlk filmi Shotgun Stories'i (2007) henüz izlemedim. Yalnızlıktan Jack Sparrow'a döndüğüm bugünlerde en fazla 24 saat içinde izlemeyi umuyorum. Jeff arayı fazla açmadan Mud (2013) gibi bir film çekince iyice gönlümde taht kurdu.

Filmdeki tüm erkekler şu ya da bu sebeple kadınları tarafından terk ediliyor. Filmin asıl konusu da bu, ama biz bunu ortaokul öğrencisi iki ölümüne kankanın bakış açısından izliyoruz. Çocukların oyunculukları muhteşem.

Ekmek parası derdi, sorumsuz erkekler, gün yüzü göremeyen kadınlar, küçük kasaba sıkıntıları, devletin bir garip kanuni düzenlemeleri ve zenginin kendini dünyanın "kralı" zannetmesi iki ortaokul arkadaşına hayatları boyunca unutamayacakları bir yaz geçirtiyor.

Ellis'in hissetiklerini anlayabilir misiniz? Evet. Çünkü filmde Ellis'in tüm yaptıkları hayatın ona getirdiklerine bir tepki olarak ortaya çıkıyor. Yoksa yavrum kendi halinde her şeyi kuralına göre yaşıyor. Anneannem de belli bir yaşa kadar bana ciddi saat zorunlulukları uygulamıştı. Anası babası belli bir takım triplere girince inceden özgürlüğe adım atıyor Ellis. Kankası Neck zaten rahat, ana baba yok, amca desen balık adam. Kankaların özgürlüğü ve yaşadıkları macera beni öyle yerlere götürdü ki...

2/4 - CP recommends.







23 Temmuz 2013 Salı

Farina

Arif Ağbi'ye benzetirdim Farina'yı. Sonu benzemesin. Allah bilir nerelidir - bambaşka bir havası vardı rahmetlinin, enteresan bir tipti. En son Jason Statham'ın son derece talihsiz filmografisinin son halkalarından biri olan filmde izlemiştim babayı. Hani Jennifer Löpet'in babasını oynuyor, o film. 

Milyon tane filmde izledim Farina'yı, say desen sayamam şimdi. IMDB'ye bakıp yazmak da bir başka sahtekarlık. Zanaatin aklın yerine bir başka mecraya kazınmışsa, ona zanaat denemez. 

Gandolfini'nin yarattığı derin üzüntüyü duymadım ama, Farina güzel adamdı. Tüm güzel insanlar gibi, erken gitti. Toprağı bol olsun. 

Place Beyond The Pines


İşte böyle sert olun. Az biraz ezber bozan, tanıdık bir önermeyi (babaların günahları oğullara geçer) yeni bir dille işleyen, holivut standartlarına göre balyoz bir film. O yüzden de bomba oyuncu kadrosuna rağmen pek izlenmedi.

O ağaçların dili olsa da konuşsa. Neler gördü o ağaçlar. Babalar oğullarına hilenin hurdanın yolunu gösterdi. Oğullar babalarına taptılar. Benim gibi... Aslında babalar her zaman da o kadar tapılacak adamlar mıdır? Evlatlar babalarının günahlarına bağımlı mıdır? Babalarının iyi yönlerinden ziyade kötü yönlerini almaya meyilli midir? Yoksa evlatlar babalarının günahlarından ders çıkarır mı? Hiç sanmıyorum.

Toplum tüm gücüyle seni kendisine benzetmeye çalışır. Benim gibiler de, tüm naiflikleriyle ve iyi niyetiyle ellerinden gelenin en iyisini yaparak ve şiddete başvurmadan buna karşı çıkarlar. Sonuçlar genelde iyi değildir: ilkeli insana kimse teşekkür etmez, kimse ilkeli insanı ödüllendirmez. Ama ilkeli insanın eline parayla satın alınamayacak bir değer geçer: İLKE

Kahramanlarımızın hiçbiri ilkelerine sapına kadar sadık kalamıyor. Bunun için başlarına neler geliyor neler... Hayat da siyah beyaz değil ki kardeşim... "Ben böyleyim, yerse" diyemiyorsun. Yeri geliyor yapılmayacak şeyler yapıyorsun ya da yapmak zorunda kalıyorsun. Bayılıyorum hata yapan insanlara. Dimdik duran, kendinden emin olan insanlar bana sahtekar geliyor. Sahtekarlığı hiç sevmem.

Şahane dramatik yapı, şahane devinim...  Performansı ortalamanın üzerine çıkamayan iyi oyuncular... 4 üzerinden 2. Ama "CP recommends" etiketi var. İzleyin.

12 Temmuz 2013 Cuma

Trance

Ne yaptın Danny? Transa mı girdin oğlum? Havalandın gibime geliyor... Oskarlar moskarlar, sılamdog milyoner ve 127 saat'in başarısı falan derken lastik patladı. Üstelik cayır cayır oyuncular vardı filmde. Vincent Cassel desen orada, James McAvoy  (hastasıyım) desen orada, ilk kez 25th Hour'da Edward'ın satın aldığı gümüş elbisesiyle dikkatimi çeken sonra Death Proof ve Unstoppable'da "ne güzel kız bu" diyerek izlediğim kız orada... Hem de kız ne dediysen yapmış yani, anlayan anladı. Aslında senaryo da güzel bir kafayla başladı. Ama sonda diyeceğimi başta diyeyim: Bu filmin hali nedir Danny?

Senaryoyu okuyunca "of çok iyi senaryo bu" falan dedin mi? Böyle senaryo mu kaldı oğlum? O denklemlerin kralı yapıldı. Kızın her şeyi anlattığı bölümde izleyicinin "vay anasını meğersem böylemiş, anam anam anam" diyeceğini mi bekledin yoksa? Hiç iyi değildi orası. Şoka falan girmedim üzgünüm. He, tahmin de etmedim ama çok umurumda da değildi. Vincent Cassel gangsterden çok Vincent Cassel'e benziyordu. Yoksa sizin memlekette gangsterler böyle mi? Kızda da ne cesaret varmış arkadaş attı kendisini suçluların arasına. Çeteyi hipnoz ettiği an var ya hani... Kimse dur demedi mi sana orada?

Bunu bir iş kazası olarak görüyorum. Gustavo Fring'in de dediği gibi, aynı hatayı iki kere yapma. Bak yeni Ewan McGregor'unu da bulmuşsun (McAvoy)... Bu çocukla bir film daha çekiyorsun, ama bu sefer güzel bir şeyler yapıyorsun, söz mü? Öyle bir şey yap ki, McAvoy'un muhteşem potansiyeli ortaya çıksın. Yoksa o da böyle giderse yatacak yer bulamayacak. Biraz ağır konuştum, moralini bozmuyorsun, dost acı söyler. Hadi bakalım...


4 Temmuz 2013 Perşembe

Mikhail Tal

His first wife, Salli Landau, described Mikhail's personality:
Misha was so ill-equipped for living... When he travelled to a tournament, he couldn't even pack his own suitcase... He didn't even know how to turn on the gas for cooking. If I had a headache, and there happened to be no one home but him, he would fall into a panic: "How do I make a hot-water bottle?" And when I got behind the wheel of a car, he would look at me as though I were a visitor from another planet. Of course, if he had made some effort, he could have learned all of this. But it was all boring to him. He just didn't need to. A lot of people have said that if Tal had looked after his health, if he hadn't led such a dissolute life... and so forth. But with people like Tal, the idea of "if only" is just absurd. He wouldn't have been Tal then