14 Ağustos 2014 Perşembe
Zamanin İmtihanı
Sanat eserlerinin değeri o sanat eseri ortaya konduktan belli bir zaman sonra belli olur. Örneğin caz standartları dediğimiz parçalar halen çok sevilerek dinlendiği için "standart" sıfatını almıştır. Birçok Hitchcock filmi halen zevkle izlenebilmektedir. O yuzden klasik sifatini almistir.
Bir sanat eserini ilk gordugunuzde çok beğenebilirsiniz ama bu ille de o sanat eserinin zamanın sınavından geçeceği anlamına gelmez.
Aslında gerçeklik de bir zaman sınavına tabidir.
Duyguların gerçek olup olmadığına duyguyu yaşadığınız an karar veremeyebilirsiniz. O duyguyu yaşarken sapına kadar yaşıyorsunuzdur ama aradan 1 yıl gecince bir de bakmissiniz o duygunun yerinde yeller esiyor. Duygunuzu yasadiginiz zamana muhurlemek icin ne yaparsaniz yapin - o duyguyu bir kokuyla ya da muzikle iliskilendirmek gibi - gercek degilse, zamanin imtihanindan gecmeyecektir. Don Johnson, Miami Vice'da ayrildigi esine telefonda sorar: Yasadigimiz gercek miydi?
Duygu arsivlerinize girin. Oradan istediginiz bir dosyayi tiklayin. Dosya aciliyorsa, yasadiginiz sey gercektir. Boylece gecmiste ne zaman kendinizi kandirdiginizi cok daha iyi tespit edebilirsiniz. Cunku kendinizi kandirarak yasadiginiz duygunun dosyasi acilmayacaktir.
Dervisler, gecmis gecti, gelecek gelmedi, sadece su an var dedi. Ben de diyorum ki, belki de gecmis, gelecek ve an, birlestiginde koca bir an olusturuyor ve gercek sadece bu koca anin icinde beliriyor. Bir duygunun ortaya cikmasi icin, gecmis tecrubeler size gerekli zemini hazirliyor, an, duyguyu yasatiyor ve gelecek bir elek gorevi goruyor. Ancak bu üç zaman kipi birlestiginde gercegi berrak bir sekilde gormeye basliyorsunuz.
Sevdim bu konuyu. Uzerinde biraz daha dusuneyim, sonra belki yine yazarim. Pek yeni birsey demedim ama, yine de simdinin tiranligini az da olsa titretmek hosuma gitti. Belki zamanla simdinin putunu kirarim. Sonra sira kokten zaman kavramina baskaldirmaya gelebilir. Kimbilir...
Svartur á Leik (Black's Game)
Kötü adamlar, çok kötü adamlar, ortalama adamlar, güzel kadınlar, uyuşturucu ve bol bol suç. Suç filmi meraklılarına... Yalnız fazla merak iyi değildir söyleyeyim.
13 Ağustos 2014 Çarşamba
Neighbors (2014)
Mac ve Kelly'nin Stella isimli dünya tatlısı bir bebekleri vardır. Mutlu bir aile olarak bebişlerini büyütürlerken yanlarına bir "fraternity" ya da kankalar birliği taşınır. Tek amaçları gece gündüz parti yapmaktır. Mac ve Kelly komşusuyla amansız bir mücadeye girer.
Gülümseten, yer yer güldüren, eser miktarda romantik komedi içeren, alışkın olduğumuz Seth Rogen esprileriyle dayalı döşeli hoş ve de boş bir film. Sadece Seth Rogen sevenler için...
Seba
Beşiktaşlılık duruşu ile kastedilen, Süleyman Seba duruşudur. Çok az insan (hatta bir tek o) onun kadar uzun süre başkanlık yapıp, sadece başkanlık yaptığı camianın değil, tüm futbol çevresinin sevgi ve saygısını kazanmıştır. Beşiktaş en güzel günlerini onunla yaşamıştır. Süleyman Seba Beşiktaş'tır. Yerin asla dolmayacak büyük başkan.
Lauren Bacall
Sevgili Lauren,
Beyazperdenin gelmiş geçmiş en güzel kadınlarından biriydin. Hamfri de seni görür görmez kanatları altına aldı. Bunun dışında oyunculuk desen hak getire. Yine de seni izlemeye doyamadım. Mukaddes anılarını yadetmek için yakında bir Key Largo yazısı yazacağım. Şimdi hamfrinin yanında, ebedi tatilinin tadını çıkar. Largoda bana da bir yer ayarlayın, gelince takılırız.
Killer Joe (2011)
Matthew Makkona diyelim mi şu adama? O nasıl soyadı kardeş? Şimdi kesinlikle nasıl yazıldığına bakamayacağım. Hayatında radikal bir karar verip, saçma sapan filmlerde oynamayı bırakıp doğru düzgün filmlere geçiş yapıyor Mefyuv. Daha az gelirli ama daha prestijli bir kariyere adım atıyor. Bu da sanırım bu yoldaki ilk filmlerinden. Dünya onun bu kararı sayesinde muhteşem bir oyuncu kazandı. Adamın son bombalarına baksanıza: Mud, Dallas Buyers Club, Wolf of Wall Street ve True Detective. True Detective dizisindeki muhteşem performansını görünce, diziyi bir gecede bitirdim. Dizi değil, 8 saatlik şölen. Evet. Filme geçelim.
Kanı bozuk ve fakir bir Amerikan ailesi. Sigorta ödemesi amaçlı cinayet planı ve kiralık katilin devreye girmesi. İşlerin tabii ki sarpa sarması ve böylece William Friedkin'in sapık fantezilerinin dışa vurulması. Derli toplu, kapkara suç komedisi. Tavsiye ederim. Çok da bişey beklemeyin yalnız.
12 Ağustos 2014 Salı
Blood Ties (2013)
Bu 2 saatlik unlu oyuncular gecidi size 5 saatlik epik bir film gibi gelebilir, ayarlarınızla oynamayın. Her kuşun eti yenmez, her kitap film olmaz. İlle de kitabı film yapacaksan, o kitabı yarıp kendi filmini çıkarman lazım. Kaç kere söyliycem bunu size? Bak kızıyorum artık. Beceremiyorsunuz çünkü sanatçı değilsiniz. Gidin Jodorowsky's Dune'u izleyin, nasıl sanatçı olunur, bir kitap hangi aşamalarla film haline getirilir öğrenin. Ya da Shining'i izleyin oradan feyz alın. Cronenberg, Kubrick'in kitabı anlamadığını iddia etmişti. Hayır David, Kubrick kitabı çok iyi anladı ama oradan kendi filmini çıkarmayı başardı, gidip amatör gibi kitabın aynısını çekmedi. Bu hataya Fincher da düştü. Çok şeyler beklemiştim Fincher'dan, ama o da kitaba sadık kalayım derdinden hem kendinden hem de iyi bir filmden vazgeçti (Ejderha Dövmeli Kız). Öğreneceksiniz. Sabrediyorum. Yine olan 2 saatime oldu.
Robin Williams
Ne acayip degil mi? Adamin esi dostu, colugu cocugu, evi barki, parasi pulu, sani sohreti var, huzuru yok. Oyle yok ki, artik ne yasiyosa, daha fazla yasamak istemiyo. Depresyon ciddi dert. Allah rahmet eylesin Robin. Seni, aklima gelen ilk uc filmini belirterek ebediyete ugurluyorum: Olu Ozanlar Dernegi, Mrs. Doubtfire, Nine Months.
The Treasure of the Sierra Madre (1948)
Humphrey Bogart'in altin bulma hayaliyle kendini 2 kafadarla daglara vuran parasiz ve sefil bir adami oynadigi bu filmde, insanin acgozlulugu ve parayonanin bir insani nasil yeyip bitirdigi anlatiliyor. Sonu basindan belli bir film. Daha cok didaktik cocuk masallarini hatirlatiyor. Geciniz.
The Double (2013)
Ekmek arasi lynch. Uzerine bol kafka. Yeni bir sey soyluyor mu? Hayir. Vakit kaybi.
11 Ağustos 2014 Pazartesi
Eiger Sanction (1975)
Clint'çiğim Eastwood'çuğumun yönetmenliğe soyunduğu ilk yıllar... Bir Trevanian hikayesi... Amatör bir film...
Trevanian'ın kendisi de iyi bir yazar değildir. En ünlü kitabı Şibumi bile, hala alıntıladığım güzel bölümler içerse de (serbestimi alabilirsin ama özgürlüğümü asla!), özellikle sonlara doğru fena halde tırtstara döner.
Yarım saatlik bir kısa film olsaydı, belki birşeye benzeyebilirdi. Daha doğrusu, Clint, Trevanian'ın hikayesinden kendi hikayesini çıkarmalıydı. Çok gereksiz detaylarla dolu film... Onu da güzel bir işleyişle kabul edebilirim ama, maalesef ortada güzel bir işleme yok.
En kötüsü de, filmin sonunda tam da Trevanian'a yakışır bir tırtstar durumu var ki, of Allahım of. O son repliği koymasan daha iyi olurdu Clint.
Bu filmle sakın vakit kaybetmeyin. Ha, Clint'in çektiği tüm filmleri izlemek gibi psikopatça bir misyonunuz varsa, ona birşey diyemem.
Trevanian'ın kendisi de iyi bir yazar değildir. En ünlü kitabı Şibumi bile, hala alıntıladığım güzel bölümler içerse de (serbestimi alabilirsin ama özgürlüğümü asla!), özellikle sonlara doğru fena halde tırtstara döner.
Yarım saatlik bir kısa film olsaydı, belki birşeye benzeyebilirdi. Daha doğrusu, Clint, Trevanian'ın hikayesinden kendi hikayesini çıkarmalıydı. Çok gereksiz detaylarla dolu film... Onu da güzel bir işleyişle kabul edebilirim ama, maalesef ortada güzel bir işleme yok.
En kötüsü de, filmin sonunda tam da Trevanian'a yakışır bir tırtstar durumu var ki, of Allahım of. O son repliği koymasan daha iyi olurdu Clint.
Bu filmle sakın vakit kaybetmeyin. Ha, Clint'in çektiği tüm filmleri izlemek gibi psikopatça bir misyonunuz varsa, ona birşey diyemem.
Children of Men (2006)
Post - apocalyptic thriller. Bu filmi öve öve biritemediler. Efendim bir metaforlar, bir mesajlar, uzun tek kamera çekimler, CGI'ın (Computer Generated Images) ustalıklı kullanımı falan... Almayayım.
Eleştirmen abilerin ablaların anlata anlata bitiremediği bu çirkin filmi açık konuşayım nasıl eleştireceğimi bilmiyorum. Kısacası neden beğenmedin arkadaş sorusuna verecek net bir cevabım yok. Bu soruya cevabı olanlar lütfen cevaplarını benimle paylaşsınlar çünkü tıkanmış durumdayım.
Hiç güzel değil bu film. Bir gün gelecek ve bu filmin neden güzel olmadığını bulacağım. Sözüm söz. Şahım şah.
Kill List (2011)
Allah'ın Belası Filmler Kuşağı'na hoş geldiniz. Yalnız bu sefer, kelime anlamıyla Allah'ın Belası bir film izleyeceksiniz.
Lynch, kolay anlaşılan bir yönetmen olmadığı için, röportajı yapan adam soruyor "bu filmden ne anlamalıyız" diye, Lynch sinema tarihinin en güzel laflarından birini ediyor, serbest çeviriyle aktarıyorum: "Bir filmi anlamak zorunda değilsin. Filmler deneyimlerle ilgilidir. Sana bir deneyim yaşatır. Şarkılar gibi"
İşte bu bağlamda, Lynch'in Kill List'le ilgili yorumunu çok merak ediyorum çünkü deneyimin kralını yaşıyorsunuz. Şiddetli geçimsizlik bu filmde, kankalık ilişkisi bu filmde, cinayetin ahlaki boyutu bu filmde, şiddet bu filmde, korku bu filmde ve - bilmiyorum izleyince bu duygumu paylaşacak mısınız ama, olaylar biraz fantastik boyuta geçince beni bir gülme aldı - kara komedi bu filmde. Damardan yaşayacaksınız bu duyguları.
Özellikle 2000'li yıllarda sinemaya yeni bir bakış geliyor ya da aslında eski bir bakış şekli artık daha çok kullanılıyor. Giriş - gelişme - sonuç, yaratıcı yönetmenleri gerçekten sıkmaya başladı. Cold in July (2014) (bu filmi de yazsam iyi olur) bunun en taze örneği: Neden - sonuç ilişkisi, diğer bir deyişle "devinim" filmin ana motoru oluyor ve klasik kurmaca tezine bağlı kalmadan, yönetmenler devinimi kullanarak film içinde dilediği gibi ilerliyorlar. Kill List bunun çok iyi bir örneği. Film nereden nereye gidiyor arkadaş...
Bu öykü işleme tekniği çok hoşuma gidiyor çünkü filmin başından sonunu tahmin edemiyorsunuz.
Allah'ın belası bir film Kill List. İzleyecek yüreğiniz yoksa hiç kalkışmayın. Ancak yukarıda bahsettiğim deneyimler sizi heyecanlandırıyorsa, sakın kaçırmayın zira bu film türünün tek örneği.
Lynch, kolay anlaşılan bir yönetmen olmadığı için, röportajı yapan adam soruyor "bu filmden ne anlamalıyız" diye, Lynch sinema tarihinin en güzel laflarından birini ediyor, serbest çeviriyle aktarıyorum: "Bir filmi anlamak zorunda değilsin. Filmler deneyimlerle ilgilidir. Sana bir deneyim yaşatır. Şarkılar gibi"
İşte bu bağlamda, Lynch'in Kill List'le ilgili yorumunu çok merak ediyorum çünkü deneyimin kralını yaşıyorsunuz. Şiddetli geçimsizlik bu filmde, kankalık ilişkisi bu filmde, cinayetin ahlaki boyutu bu filmde, şiddet bu filmde, korku bu filmde ve - bilmiyorum izleyince bu duygumu paylaşacak mısınız ama, olaylar biraz fantastik boyuta geçince beni bir gülme aldı - kara komedi bu filmde. Damardan yaşayacaksınız bu duyguları.
Özellikle 2000'li yıllarda sinemaya yeni bir bakış geliyor ya da aslında eski bir bakış şekli artık daha çok kullanılıyor. Giriş - gelişme - sonuç, yaratıcı yönetmenleri gerçekten sıkmaya başladı. Cold in July (2014) (bu filmi de yazsam iyi olur) bunun en taze örneği: Neden - sonuç ilişkisi, diğer bir deyişle "devinim" filmin ana motoru oluyor ve klasik kurmaca tezine bağlı kalmadan, yönetmenler devinimi kullanarak film içinde dilediği gibi ilerliyorlar. Kill List bunun çok iyi bir örneği. Film nereden nereye gidiyor arkadaş...
Bu öykü işleme tekniği çok hoşuma gidiyor çünkü filmin başından sonunu tahmin edemiyorsunuz.
Allah'ın belası bir film Kill List. İzleyecek yüreğiniz yoksa hiç kalkışmayın. Ancak yukarıda bahsettiğim deneyimler sizi heyecanlandırıyorsa, sakın kaçırmayın zira bu film türünün tek örneği.
Munich (2005)
Ne rezalet bir filmsin Munich... Sadece rezalet olmakla kalmadın, gerçek hayatta ne İsa'ya ne Musa'ya yarandın. Yahudiler filmi boykot ettiler çünkü Filistin'e karşı nefret mesajları içermiyordu. Spielberg konuyu iki taraflı işleyince(!) iki yüzlü olmakla eleştirildi. Spielberg'in Schidler'in Listesi gibi bir başyapıtın yönetmeni olduğunu hemen unutuverdi arkadaşlar. Oysa ki Spielberg sadece kötü bir film çekmişti...
Bu film iyi bir suikast filmi mi? Hayır. Çünkü suikast sahnelerinin biri hariç hiçbirinde heyecan yaratılamıyor. Hiçbir sahnede şiddetin korkunçluğu verilemiyor. Böylesi oyuncu kadrosu ve bütçeye rağmen...
Bu film bir casusun iç hesaplaşmasını iyi yansıtıyor mu? Hayır. Ana karakterin casus arkadaşı bir yerde "Öyle bir adam tanıdım ki öldürülme korkusundan tuvaletinde yatıyordu" diyor ve filmin bir yerinde ana karakteri tuvalette yatarken görüyoruz. Bu mu lan? Bu kadar basit mi? Ana karakter her şeyden kıllanmaya başlıyor ama bu sahneler o kadar klişe ki Spielberg'in namına yakışmıyor.
Ana karakterimiz Eric Bana'nın performansına da bir parantez açmak isterim. Artık kötü casting mi desem, kötü oyunculuk mu desem, kötü oyuncu yönetimi mi desem? Sen kalk ekip kur, 11 zorlu hedefin olsun, her an ölüm riski yaşa, ve tüm bunları yaşarken yüzünde sürekli bitirme tezi stresi yaşayan çalışkan Harvard'lı öğrenci ifadesi olsun. Olmaz. Olamaz. Sevgili Eric, biraz Avrupalı meslektaşlarınızdan gerçekçi oyuculuk dersleri alın.
Bu film casusların ilişkilerini iyi yansıtıyor mu? Of... İşte bunu hiç yansıtamıyor. Hesapta arkadaşlarının hayatına çok değer veren ve onları kollayan bir lider var ama lider bu noktaya nasıl geldi, hangi duygusal bağlarla geldi bunun cevabını verecek bir deneyim yaşamıyorsunuz. Sırf adet yerini bulsun diye bir iki dravdan tartışma yaşanıyor falan... Bu tartışmaların son derece suni ve sırf matematiksel hesaplara dayanıyor.
Bu film İsrail ve Filistin arasındaki kan davasını iyi yansıtıyor mu? Son derece yüzeysel olarak tarihten bir kaç olay anlatılıyor hepsi bu.
Bu film İsrail ve Filistin arasındaki kan davasını iyi sorguluyor mu? Hani bak burada hakkını vereyim bir iki kıvılcım çakıyor. O da kıvılcım bak, öyle ciddi bir şey değil. Ana karakter karşı tarafın militanıyla yine kolej öğrencisi edalarında bir tartışma yaşıyor, tabii ki yüzeysel, suni ve matematiksel bir tartışma bu. Kıvılcım dememin sebebi, hiç olmazsa, körü körüne İsrail'i tutmuyor film, az biraz sezarın hakkını da veriyor. Az biraz...
Bu kadar sevdiğim bir genre... Sevdiğim bir yönetmen... Ve boşa harcanan saatlerim. Neyse. Spielberg'in ilk kötü filmi değil bu. Olmamış Steve. Sen bu genre yı hiç beceremedin. Carlos'u izle, Baader Meinhof Complex'i izle, biraz bu işler nasıl oluyormuş öğren.
Bu film iyi bir suikast filmi mi? Hayır. Çünkü suikast sahnelerinin biri hariç hiçbirinde heyecan yaratılamıyor. Hiçbir sahnede şiddetin korkunçluğu verilemiyor. Böylesi oyuncu kadrosu ve bütçeye rağmen...
Bu film bir casusun iç hesaplaşmasını iyi yansıtıyor mu? Hayır. Ana karakterin casus arkadaşı bir yerde "Öyle bir adam tanıdım ki öldürülme korkusundan tuvaletinde yatıyordu" diyor ve filmin bir yerinde ana karakteri tuvalette yatarken görüyoruz. Bu mu lan? Bu kadar basit mi? Ana karakter her şeyden kıllanmaya başlıyor ama bu sahneler o kadar klişe ki Spielberg'in namına yakışmıyor.
Ana karakterimiz Eric Bana'nın performansına da bir parantez açmak isterim. Artık kötü casting mi desem, kötü oyunculuk mu desem, kötü oyuncu yönetimi mi desem? Sen kalk ekip kur, 11 zorlu hedefin olsun, her an ölüm riski yaşa, ve tüm bunları yaşarken yüzünde sürekli bitirme tezi stresi yaşayan çalışkan Harvard'lı öğrenci ifadesi olsun. Olmaz. Olamaz. Sevgili Eric, biraz Avrupalı meslektaşlarınızdan gerçekçi oyuculuk dersleri alın.
Bu film casusların ilişkilerini iyi yansıtıyor mu? Of... İşte bunu hiç yansıtamıyor. Hesapta arkadaşlarının hayatına çok değer veren ve onları kollayan bir lider var ama lider bu noktaya nasıl geldi, hangi duygusal bağlarla geldi bunun cevabını verecek bir deneyim yaşamıyorsunuz. Sırf adet yerini bulsun diye bir iki dravdan tartışma yaşanıyor falan... Bu tartışmaların son derece suni ve sırf matematiksel hesaplara dayanıyor.
Bu film İsrail ve Filistin arasındaki kan davasını iyi yansıtıyor mu? Son derece yüzeysel olarak tarihten bir kaç olay anlatılıyor hepsi bu.
Bu film İsrail ve Filistin arasındaki kan davasını iyi sorguluyor mu? Hani bak burada hakkını vereyim bir iki kıvılcım çakıyor. O da kıvılcım bak, öyle ciddi bir şey değil. Ana karakter karşı tarafın militanıyla yine kolej öğrencisi edalarında bir tartışma yaşıyor, tabii ki yüzeysel, suni ve matematiksel bir tartışma bu. Kıvılcım dememin sebebi, hiç olmazsa, körü körüne İsrail'i tutmuyor film, az biraz sezarın hakkını da veriyor. Az biraz...
Bu kadar sevdiğim bir genre... Sevdiğim bir yönetmen... Ve boşa harcanan saatlerim. Neyse. Spielberg'in ilk kötü filmi değil bu. Olmamış Steve. Sen bu genre yı hiç beceremedin. Carlos'u izle, Baader Meinhof Complex'i izle, biraz bu işler nasıl oluyormuş öğren.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)