19 Temmuz 2012 Perşembe

Dede Yorgun

Mehmet Cemal Dandin. Dedem. Onunla en son balığa çıktığımda 18 yaşından küçüktüm. Bu kadar uzun zamandır balığa çıkmamamızın sebebi, dedemin her zaman solo takılmayı sevmesiydi. Geçtiğimiz Cuma yazlığa giderken aklımda bu uzun arayı sonlandırmak vardı. Dedem boşandığımı duyduğunda çok üzülmüş. Beni mutlu etmek için ne istesem yapar diye düşündüm. Gider gitmez dedim ki 'bak dede, yarın kesin balığa gidiyoruz', beni yanıltmadı: 'Sabah 6'da hazır ol'.


Kankalar ve hanımlarıyla New York'ta yaşadığımız ve henüz sadece bir kısmını paylaştığım korku ve dehşet dolu günlerimizin ardından jet sendromunu bir türlü atlatamıyordum. Saat 6'ya kadar uyumadım. Dedemle ön hazırlıkları yaptık. Tekneye yerleşirken, öyle bir efor sarf ettim ki, dedemin yıllardır yazın her günü balık tutmasına inanamadım, dedem işte bu yüzden bu kadar genç diye düşündüm. Açıldık. Dedem ufka doğru sürerken tekneyi onu izledim, bir yandan da doğan güneşe bakıyordum. Teknemiz dalgalara vura vura ilerliyordu. Çok zevkliydi.


Dedem çoktan balık tutmakta olan kankalarını buldu ve oralarda motoru durdurdu. Bana kısa bir 'balık tutmaya giriş' dersi verdi. Hava rüzgarlıydı. Kurşunu hızla yere salmam gerekiyormuş yoksa yere paralel gidermiş. Kurşunun vurduğunu anlar anlamaz durup çapariye başlamalıymışım.


Attık oltaları. Dedemin tuttuğu her 5-7 balık başına ben 1 tane tutuyordum. 'Hava rüzgarlı olduğundan oltan titriyor, sen de balık tuttum zannediyorsun' dedi. Ara sıra teknenin yerini değiştirdik. Kovayı doldurunca döndük.  Ben çok balık tutmadım ama dedem zaten önemli olanın işe elimin alışması olduğunu söyledi. 'Bir sonrakinde sen de benim kadar tutarsın' dedi...


Eve dönünce horul horul uyudum. Uyandığımda da kurt gibi açtım. Anam makarna yapmıştı. Ketçap koyarken ketçabın son kullanma tarihinin geçtiğini gördüm. Dedem 'dolapta hiç bir şey olmaz' dedi ve belki biraz da abartarak skt'si geçmiş ketçabı makarnasına boca etti. Ben de güldüm. Neden? Çünkü dedeme bir şey olmaz.


Sıra benim amfi meseleme geldi. Dedem her gittiğimde bana garajından bir tane amfi ayarlar, ben de onunla gitar çalarım. Bu seferkini beğenmedim. Ben amfinin yarattığı son derece çirkin gürültüyle uğraşırken Kayserili    Mehmet Bey göbeğiyle beraber geldi. Dedem için doktordan randevu almış, randevu bilgilerini yazdırdı. (Plot point 1)


Bu doktor çok iyiymiş, Özal'ın doktorunun asistanıymış, annemler dedeme anjiyo yaptırmasını yıllardır söylüyormuş, dedem geç bile kalmış,  zaten anjiyo çok basit bir şeymiş, dedemin endişe etmemesi gerekiyormuş, Allah'tan Kayserili Mehmet Bey onu ikna etmiş gibi konuşmalar biz Pazartesi günü yazlıktan dönene kadar havada uçuştu.


Pazartesi dedem anjiyo oldu. Doktor baypas konusunda ısrarcı olmuş. Baypas da riskli bir ameliyatmış. Bizimkiler de başka bir doktora daha göstermeyi planlamışlar.


Salı sabahı kötü haber tez yayıldı. Dedem, kalbi üst üste 2 kez durduktan sonra ameliyata alınmıştı. Doktor ümitsizdi.


Dedemin ameliyattan sağ çıktığı haberi geldi. Kritik gece atlatılırsa, dedemin ciddi şekilde yaşama şansı vardı. Dayım doktordan izin alıp dedemi gördü. 5 saniye. Uyuyormuş...


O gece türlü sıkıntı ve umutlarla dayımın süper lüks Audi'sinin içinde uyumaya çalıştık.


Sabahın ilk ışıklarından birkaç saat sonra güzel haberler almaya başladık. Dedemin durumu iyiydi. Gözlerini açmış. Konuşuyormuş. Biz görebiliyor muymuşuz? Hayır. Yoğun bakımdan çıkacak mı? Risk devam ediyor. Bu geceyi de atlatırsa çıkacakmış.


O günün gecesinde Göksel dayım herkesin morallerini yükseltecek bir olay yaşadı. Biz Mert'le arabada Morrissey ve Smiths dinlerken, dayım ortalıktan kaybolmuştu. Sonra ortaya çıktı:


"Yalvar yakar izin aldım doktordan. Ne olur 5 saniye göreyim onu dedim. Beni tam teçhizat giydirdiler. Maske taktım falan... Babama yaklaştım. Benin görünce 'ulan buradan çıkayım seni bütün dünyaya anlatıcam' dedi. Bir gururlandım, ya dedim, sonunda babam kıymetimi anladı, nihayet beni takdir etti. Ama pek de inanamadım tabii. 'Baba' dedim, 'benim ya, Göksel'... 'Heee' dedi babam. 'Ben de seni doktor sandım'."


Bu hikaye bizi fazlasıyla neşelendirdi. Göksel dayımın fırtınalı hayatı hakkında en ufak bir fikriniz olsaydı, bu hikayeye siz de çok gülerdiniz. Moraller çok yükseldi. Dedem ilk kez bizden biriyle konuşmuştu.


Ben, Yüksel Dayım ve Mert arabada süklüm püklüm yattık. Sabahleyin kahvaltının ardından yoğun bakıma koştuk. Hepimiz çok heyecanlıydık. 1 saatlik bekleyişten sonra bir anda dedem tekerli sandalyede yoğun bakımdan çıktı. Hepimiz çok mutlu olduk. İşte oradaydı. Ve öyle bir bakıyordu ki, sanki tüm bu olanlar hiç yaşanmamıştı.


Kısa sürede kendini toparladı, koridorda yürüyüşe çıktı, konuştu, güldü ve ortalama bir iştahla yemek yedi.


Bir ara ikimiz yalnız kaldık. "Oğlum... Şu son zamanlarda, görüyorum ki bazı şeyleri kafana çok takıyorsun. Hazır yalnızken söyleyeyim..." diye konuşmasına başladı. İçeriğini burada paylaşmayacağım. Sonunda da bana bir hikaye anlattı;


- Ceyhan, sen 'Dalgaları Sayan Adam'ı biliyor musun?


                                                                 SON













Hiç yorum yok: