13 Temmuz 2012 Cuma

New York'ta Korku ve Dehşet - 2

1. Gün


Uzun süren uçak yolculuğumuz ve varışımızın ilk dakikalarında yaşadığımız kriz Zerrinciğimi bir hayli yormuştu. Oğuzhan da evde karısının yanında kaldı. Ben, Nazlı ve Kuş, Blue Note'a doğru yola çıktık. Gel gelelim Blue Note'un kapı numarasını sokak numarası zannetmem, bizi son derece gereksiz bir yürüyüşe sevk etti. Paris değil ki bura, yürümek o kadar da zevkli değil. Kuş olaya el attı ve metroya binip times square'e (zamanlar karesine) gitme kararı aldık. Örümcek adamın şanına şan kattığı mekanı görünce heyecanlandım. Vay be. Amerika'ya bak, ne acayip bir yer! Film değil, set değil, gerçeğin ta kendisi!


Maalesef NFT Guide (Not for tourists guide) (şiddetle tavsiye ederim) o zaman elimde yoktu. Zamanlar karesinde biraz takıldıktan sonra süper turistik, süper kötü bir burgerciye girdik. Kuş ve Nazlı çok yorgundu ve benim güzel yerde yemek yeme takıntımla uğraşamazlardı. Yemeği yedikten sonra eve dönme kararı aldılar. Bense kendimi Soho'ya atmak için sabırsızlanmaktaydım.


Daha bir gün önce boşanmış olmanın yarattığı derin boşluk hissiyle kendimi New York'un sokaklarına bıraktım. 48. sokaktan Kristofıra kadar yürüdüm galiba. Yürümeye devam ederken karşıma kırmızı yazılar çıktı. SILENCIO! Değil tabii... Village Vanguard. Bende müthiş bir sevinç... Hemen girdim içeriye. Marc Ribot Trio. En sevdiğim. Free jazz free jazz olalı böyle performans görmedi. Kapıdaki herif geç geldiğim için 25 yerine 10 dolar alınca, dolayısıyla ben de şarabımı bedavaya getirince, bayıla bayıla izledim konseri. (Serim)


Dönüş vakti geldi. O kadar basit ki dönüş. Take the 1 train. Üstelik bahsettiğim tren 2 adım ötede. Ne var ki ben 1 yerine 2'ye bindim. Aman, ne olacak, bu da 149'a gidiyor. İnerim orada, 147'ye yürürüm, dert ettiğim şeye bak. İndim trenden. Subway'i (sandviççi) gördüm. Dedim bizim evin de oralarda Subway vardı, demek ki yakındayım. Bilmiyorum ki New York'ta 5 sokakta bir Subway var. Sokaklarda in, cin ve bir kaç zenci amerikan futbolu oynuyor. Deli gibi dolanıyorum. Ev ortada yok. 149. sokaktan aşağıya yürüyorum, o da ne? Ne 148, ne 147, ne 146 ne 145... Doğrudan 144. Dakikalar geçiyor. Terliyorum. Burası neresi lan? Sağda solda nursuz adamlar. Korku sarıyor beni. (Düğüm)


Bir benzin istasyonuna gidiyorum. Herifin birine soruyorum, babuş ben 147'ye gidiyorum, nasıl giderim? Herif haklı olarak soruyor: Oğlum, iyi güzel de, 147 ne? 147 zart mı, 147 zurt mu? Yahu ben hiç öyle düşünmemiştim, altı üstü bi street, sen beni 147'ye at, ben gerisini hallederim! Öyle değil tabii... Allah'tan balık hafızam çalışıyor ve Riverside'ın oralarda oturduğumu belirtiyorum. Bizim babuş şaşırıyor: La oğlum senin burada ne işin var? 90 küsürüncü sokağa geri dön, oradan 1 trenine bin. Hadi sana geçmiş olsun. (Çözüm)


Eve gelince öyle bir mutluluk sarıyor ki beni... Evim evim güzel evim... Sabah uyanıyorum. Kuş ve Nazlı'nın yüzlerinde dehşet ifadeleri var. Kuş ağzındaki baklayı çıkarıyor: Biz dün gece senden ayrılınca yanlış metroya bindik, Harlem'in ortasına düştük. Sokaklarda ölüm kol geziyordu Ceyhan! (Final)

Hiç yorum yok: