Arda Dandin. 6 yaşında. Geçen yaz mıydı, ondan önceki miydi hatırlamıyorum. Bahar'a asılmıştı. 'I think he is flirting with me' demişti Bahar. Onu tutup 'gelsene yukarıya çıkalım' demiş. Ne diyebilirim? Armut dibine düşermiş.
Arda biraz kilo almış. Göbek tam yol ileri... Annemin doğum günü pastasından 2. dilimi yiyebileceğini öğrenince dünyanın en mutlu insanı oldu. Tabağı öyle bir sıyırdı ki, hayatımda en son bir tabağı ne zaman öyle sıyırdım hatırlamıyorum.
Sarışın. Dayımın gözlerine sahip. Kanaatkar, ama her zaman daha iyisinin olabileceğinin farkında. Dayım da küçükken sarışınmış.
Bugün onunla denize girdik. Annem sürekli ona göz kulak olmamı söyledi. Ben pek sallamadım. Annem bunu anlamış olacak, o da denize girmeye karar verdi. Sürekli Arda'nın başındaydı. Su yutmaması için deli gibi ona göz kulak oldu. Anne, dedim, yapma. Ama niye dedim?
Bir gün Bahar'la İstiklal'de yürürken, babasıyla yolda yürüyen ecnebi (ne demekse) bir çocuk yere düştü. Bahar onu elinden tutup ayağa kaldırdı. Herif Bahar'a hafif bir tebessüm etti. Aradan bir kaç saniye geçmeden - algıda seçicilik bu olsa gerek - Bahar yanlış yaptığını söyledi. Nasıl yani? 'Belki de babası onun kendi kendine ayağa kalkmasını istemiştir' dedi.
Bu benim Bahar'dan öğrendim bir milyon bilgiden biriydi. Constructivist (galiba türkçeye yapısalcı diye çevrildi) mantığın bir uzantısıydı bu. Çocuk 'cız' olan şeyi bırak kendi öğrensin. Ben hayatımda hiç constructivist olmadım. Ama mantığının çekici geldiğini itiraf etmeliyim. Bu kafayı reddetmemin temel sebebi şudur: Eroin 'cız' dır. İyi ki Nuri Alço varmış. Sayesinde eroinden hayatım boyunca nefret ettim. Bir şeyin yapılmaması gerektiğini anlamak için ille de onu tecrübe etmeye gerek yok bence. Adamın çocuğunun yere düşmesinden nerelere geldik?
Yine de, constructivist mantığın gölgesinde, anneme dedim ki, bırak su yutsun. Yutarak öğrensin ne yapmaması gerektiğini. Ama annemin buna tahammülü yoktu. O sürekli Arda'yı izledi, çünkü o bir PIRLANTA. Pırlantalara iyi bakılmalıdır. Arda hiç su yutmadı.
Ben bu arada nispeten zayıf bedenimle denizde koşup koşup suya dalıyordum. Bu, Arda'nın aklını aldı. Hemen beni taklit etti. Onu izlemek çok zevkliydi. Koştukça göbeği sallanıyordu ve gözünde gözlükleriyle ağzı heyecandan mükemmel bir şekle bürünüyordu. Sanki dayım Arda bedeninde karşımdaydı ve beni güldürmeye devam ediyordu.
Denizden sonra eve geldik. Bütün bu süreç boyunca onu içime sokasım geliyordu. Çünkü o kadar tatlı bir varlık ki... Şehriyeli tavuğun ardından bana fena uyku bastırdı. Arda'ya ayfondan sevdiği bir oyun açıp uykuya daldım...
Aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum, benim uykuya daldığım kesin, Arda 'Ceyhan ağbi' diye diye etrafımda dolanmaya başladı. Onu duyduğum anda uyandım ama çaktırmadım. Beni uyandırmak için türlü numaralar denedi. Ben de bu sürecin tadını çıkarıyordum... Arda kolay kolay uyanmayacağımı anlayınca beni fena halde dürtüklemeye başladı. İstediği şey çok basitti. Oynadığı oyundan sıkılmıştı ve yenisini istiyordu. Uyandım. App store'a girdim. Fruit ninja ve temple run indirdim. Bu iki oyunla oynarken beni rahat bırakır diye düşündüm.
Uyandığımda arkadaşlarıyla top oynuyordu. Arkadaşlarının dedelerinin 'haydi yemeğe' demesiyle dayım onu eve getirdi. Bizim ki deli gibi ağlamaya başladı. İşte o zaman Arda'yı bırakıp dayımı izlemeye başladım. Şu anda gözlerim doldu. Dayımın üzüntüsüne şahit oldum. Oğlu ağlarken dayımın yüreği paramparça oluyordu.
New York'tayken Oğuzhan benim kendime olan güvenime gönderme yapmıştı. Bu kendime olan güvenimin, kendimi tanımamdan, ve insan evladının aslında birbirinden çok da farklı olmadığını bilmemden geldiğini bilir Oğuzhan.
Arda'yı düşündüm. İsteklerinin özü, bir yetişkinin isteklerinin özünden farklı değildi. Onun istekleri yetişkinlerin mantığındaydı ama farklı bir altyapıyla işliyordu. Sonra tüm zamanların en bilge gruplarından Depeche Mode'un şarkı sözleri geldi aklıma:
Now you're punching and you're kicking
And you're shouting at me
I'm relying on your common decency
So far it hasn't surfaced
But I'm sure it exists
It just takes a while to travel
From your head to your fist
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder