Sevgili blog okuyucuları,
Yalnızlığın kitabını yazmakta olduğum tatilimde bol bol film izlemekte, gitar çalmakta ve ayıptır söylemesi sabah akşam evimin havuzuna girmekteyim.
Bu rutinin içerisinde, genelde ortalama ya da ortalamanın biraz üstünde filmler izlemekteyim. It's a Disaster bu filmlerin içerisinde inci gibi parlayan bir film. Bu filmin adını ilk kez burada duyduysanız ve bir gün bu filmi izlerseniz bana sadece teşekkür etmekle kalmayacak, bana hediyeler getirmek isteyeceksiniz. Hediyelerinizi zevkle kabul edeceğimi şimdiden bildirmek isterim.
İnsan ilişkilerini, özellikle de karı koca ilişkilerini irdeleyen filmlere bayılırım: Husbands and Wives, Eyes Wide Shut, Closer... Tek mekanda geçen filmleri de çok severim: Breakfast Club, Rope, Buried, Phone Booth, Shining, A Man From Earth... Şimdi bunları alın, karıştırın ve içine kara komedi koyun. Elde ettiğiniz filmin adı It's a Disaster.
Kapalı çit içinde geçen filmlerin genelde uyguladıkları bir formül vardır: Karakterleri olabildiğince zıt yaparsın, böylece eline sağlam çatışma geçer ve bu çatışma filmi sürükler. Bu formülde, senaryo yazarının unuttuğu çok önemli bir gerçeklik vardır: Dünyanın en birbirine benzeyen iki adamını alsan bile, uygun durumu yarattığında çatışma kaçınılmazdır. İnsanlar zaten birbirinden farklıdır. Devinim elde etmek için olabildiğince zıt kutupları bir araya getirmeye gerek yoktur. It's a Disaster işte bu tuzağa düşmüyor. Karakterlerimiz olabildiğine doğal. Sadece bu klişeyi yıktığı için bile izlenmeli bu film.
Mecazi anlamıyla zaten felakete yelken açan bir grup arkadaş, kelime anlamıyla felaketin ortaya çıkmasıyla hiç tahmin etmediği yerlere gidiyor. Saçmalıkla gerçeklik arasında harika gelgitler var. Tabii ki bir yapısı var filmin, ancak bu yapıyı ustaca esnetiyor ve en sevdiğimiz filmlerin bile kaçamadığı klişeleri izleyiciyi hiç sıkmadan yerle bir ediyor.
It's a Disaster kara komedinin en iyi örnekleri arasına giriyor. Küçük başyapıt. 3/4
- How are you holdin up?
- You know I never went to Europe, I never even went to Montreal, I never went scuba diving, I never went to the ballet, I have never been in love, I have never even watched THE WIRE.
- All of these things are overrated... Except THE WIRE. It's really good.
PS: Bu blogda THE WIRE'dan hiç bahsetmedim. Çünkü kelimelere sığmaz. Ölmeden önce izlemeniz gereken ilk dizi.