3 Aralık 2008 Çarşamba

Öğretmenler Günü

Geçenlerde kutlandı. Hangi gün olduğunu yemin ederim bilmiyorum. Benim gibi öğretmen olmaz olsun. Tabii bu arada abartmayalım. Sorsalar bana; “Tahmin yürüt bilirsen bir milyon dolar vereceğiz”, derim ki 24 Kasım. Doğru mu? Kuran çarpsın bilmiyorum. İnternete girer bakarım. Şu anda yazı yazıyorum konsantrasyonumu bozamam. Öğretmenler günü hakkında birçok yazar birşeyler yazdı, boş geçmediler. Benim yazacaklarım biraz farklı. Geçim sıkıntısı veya öğretmenlerin yetersiz çalışma koşulları benim konularım değil.

Öğretmenler günümü iki kişi kutladı. Askerdeki can dostum Good Will Hunting Kubilay ve kayınvalidem. Kayınvalidem SMS’yle kutladı. Kendisi de emekli öğretmen. Şimdi yazarken aklıma geldi. Benim mi kutlamam gerekirdi? Hayatta yaşın ilerlemesiyle sorumluluklar artıyor, “gerek”lerin sayısında ciddi artış gözlemleniyor. Dolayısıyla ben ne zaman Bahar’la sosyalleşsem panik halindeyim. Uymam gereken kurallara uymamaktan çok korkuyorum. Çok şükür vukuatım yok. Bir kere yalnız kayınvalidemi ve kayınpederi ziyaretten dönerken, kapıdan çıkmadan önce babamın eski imam olduğu bilgisini araya sıkıştırıverdim. Sonra da üstüne biraz birşeyler saçmaladım. Bahar o sırada dişini sıkmış. Kayınpederimin yüzünde inceden bir dehşet ifadesi vardı. Kayınvalidem beni çözmüş olacak, o saçmalamamı çok doğal karşıladı.

Neyse. Ben de kayınvalidemin cep mesajına karşılık yazdım. Ellerinizden öperim dedim.Olay kapandı. Sonra Kubilay aradı. Onun öğretmenler günüyle falan işi olmaz, askerliğin stresinden kaçmak için bahane olmuştur.

Öğretmenler günü vesilesiyle ben de öğretmenlik yaptığım seneyi bir gözden geçirdim. Bu korkunç seneyi hatırlamak ben de türlü sıkıntı ve ağrılara yol açtı. Koltuk altlarımda sivilceler belirdi. Kabus görmeye başladım. Peki neler oldu o sene?

Öğrencilerin kulüp çalışmalarına gitmesine izin vermedim birgün. Hemen 15 dakika içerisinde bir mektup aldım: “Çocukları salın, bize velilerden laf gelmesin”. Çüş. Eğitimde gizli müfredat diye bir kavram vardır. Benim çalıştığım okulun gizli müfredatı bu olsa gerek. Öğretmenlik. Asil meslek.

Hesapta bizim okulda öğrenciye bağırmak yasak. Hakaret yasak. Bu arada söylememe gerek yok, sınıf öğretmenleri, yani çocuklarla en çok zaman geçiren öğretmenler, öğrencilere öyle bir bağırıyordu ki, yemin ediyorum birgün olduğum yerden zıpladım. Onlar bize örnek oluyordu. Başarılı öğretmen modellerimdi onlar benim. Çocuklar her türlü hakarete uğradıklarını da söylüyorlardı. Bilemem. Şahsen görmedim.

Birgün öğretmenler toplantısı var. Ben falanca sınıftan veya çocuktan şikayetçiyim. Akranım veya küçüğüm bir başka öğretmen, bana yapmam gerekenler konusunda ders veriyor. Bu sırada müdür yardımcısının gözüne giriyor mu acaba? Umarım girmiştir. Neyse. Ben tabii onun bana verdiği dersi pek iplemiyorum. Aradan zaman geçiyor. Birgün koridorda takılıyorum. Sınıfların içindeki bağrış çağrışları dinliyorum. Aaa bir bakarım benim akıl hocası bas bas bağırıyor. Gayet kanser bir halde kıçını yırtıyor. Yüzümde bir gülümsemeyle yoluma devam ediyorum. Herhalde o müthiş yöntemleri o gün pek işe yaramıyor!

Öğretmenlik senem çok bomba sene. Hani derler ya hayat acımasızdır çetindir falan filan. Aynen öyleydi vallahi. Ama ben kullanmıyorum. Almayayım yani. Siz kendi aranızda takılın. Arada öğretmenlik senemden dem vururum.

1 yorum:

TUGRA dedi ki...

Kardeşim. Çoktan geçmiş öğretmenler günün kutlu olsun. Senin öğretmenlik yapman gerekiyor. Tam bu zamanda ve burda.